25 Şubat 2011 Cuma

JEANETTE WINTERSON



Postmodern bir hikâye anlatıcısı

Toplumsal cinsiyet ve tarih ilişkisi üzerinden kurgulanan “Vişnenin Cinsiyeti” Türkçe’ye 1995 yılında ilk çevrildiğinden beri takip ediyorum Jeanette Winterson’ı. Pınar Kür’ün mükemmel çevirisi sayesinde tanıdığım yazarı 1997’de yine bir Kür çevirisi olan “Tutku”yla izledim. 2000’de dilimize kazandırılan “En İyi İlk Roman” (1985) dalında Whitbread ödüllü “Tek Meyve Portakal Değildir’i okurken bir kat daha hayran kalmıştım bu kadına. Klasik romana, hiyerarşik kurguya, kahraman stereotiplerine karşı duran, zaman, din, kültür, çocukluk ve ergenlik gibi kavramlara takıntılı, eril dili dönüştürerek kullanabilme hassasiyetine sahip, cinsiyet kutuplaşmaları ve cinsel kimlik konularına değinen, algısı çok farklı bir yazar olduğu kanaatine sahiptim artık. Sonra diğer kitaplarını; sanal bir aşkı anlatan “Dizüstü”nü (2002), Atlas ile Herakles mitini çağdaş bir söylene dönüştürdüğü “Atlas’ın Yükü”nü (2007) ve hikâyelerin gücü hakkında modern bir masal olan “Fener Bekçisi”ni, neredeyse hep aynı yazınsal formül üzerinden, aynı cinsiyetsiz dil, aynı metinsel oyunlar, aynı otobiyografik paralelliklerle kurulmasına rağmen müthiş bir keyif alarak okudum.

Hikâye anlatmak onun için zamandan, mekândan, gelenekten koparak özgürleşmek, yeni bir evren yaratmak demek. Evreni açıklarken açıklanmamış bırakmanın, onu zaman içine tıkıştırmadan canlı bırakmanın bir yolu hikâyeyi dilediğimiz hale getirmek. Bir hikâyeyi anlatan herkes farklı anlatır üstelik, herkesin onu farklı şekilde gördüğünü bize hatırlatmak için. Okurun zihnini, dikkatini sürekli canlı tutmayı, hikâyenin ilk başladığı zamana her dönemeçte eklediği yan hikâyelerle şaşırtmayı ve sınamayı seven Winterson’ın romanlarında anlatıcıyla birlikte çevresini saran karakterlerin hikâyeleri, zamanı sorgulayan bir üslupla arka arkaya tahkiye edilirken, diyalektik biçimde birbirinin nedeni ve sonucu olarak iç içe geçmeye, bütün oluşturmaya başlar. Önümüzdeki hikâyeler labirentinde bir karakterin hikâyesinden başka bir karakterin hikâyesine atlayarak, onları birbirine ulayarak ilerleyen anlatıcı, kendi hikâyesini arar bir yandan da. Kendini bir mekâna, merkezi bir noktaya sabitleyemeyen karakterler hep yol ayrımlarıyla karşı karşıyadırlar. Arayış ve yolculuk bitmez. Yaratılış efsanesini tersyüz eden “Boating for Beginners”de, dogmalar ve tabularla çatışarak arayış içinde savrulan bir kadını, Gloria’yı anlatır Winterson. Hıristiyanlık ve Batı kültürü tarihine, mitolojiye göndermeler, “Tek Meyve Portakal Değildir”den itibaren metinlerinin vazgeçilmez özellikleri olur. Psikiyatristlerce Avrupa’nın ortak bilinçdışını yansıttığı ileri sürülen ünlü Parsifal efsanesini kendine özgü bir yorumla yerleştirmişti ilk romanına. Dilimize çevrilen son romanı “Fener Bekçisi”nde ise işadamı Josiah Dark’tan kulenin anısına Babil adını verdiği oğluna, hayatları boyunca fenerde yaşayan Pew’lerden kuşaklardır inşaat mühendisliği yapan bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Robert Stevenson’a, Tristan ile Isolde’nin ölümsüz aşk öyküsünden Darwin’in kuramlarına kadar yaratılışı, aşkı, bedeni, dini, zaman olgusunu sorguluyor. “Atlas’ın Yükü”, başlı başına bir mitin yeniden yorumu... Yine bir hikâyeler silsilesinin ardından, Atlas ve Herakles’ten sonra kendine, çocukluğuna, anne-babasına döner Winterson. Otobiyografik ilk romanında evlat edinilmiş bir kızdır Jeanette, “Vişnenin Cinsiyeti”nin Jordan’ı gibi. “Fener Bekçisi”nde babası zaten hiç olmayan Gümüş, annesi de ölünce Cape Wrath’deki fenerin bekçisi Pew’un yanına verilir yarı çıkar, yarı evlatlık. Anne babalık kurumunu metinleri üzerinde de bertaraf eder böylelikle. Masalları, mitleri, otobiyografik yan hikâyeleri, alegorileri harmanlayarak dilini ve biçemini özgünleştiren Winterson’ın tarih, zaman, yaratılış olgularını sorguladığı, yıkıp yıkıp yaptığı, kendinin ve başkalarının hikâyelerini yeniden yazdığı romanlarında altüst ettiği bir başka yasa, toplumsal cinsiyet kategorisi.

Altı yaşındayken Pentakostal (Evanjelik Hıristiyanlık içinde bir hareket) bir aile tarafından evlat edinilerek Hıristiyan misyoneri olacak şekilde bir eğitim almaya, sekiz yaşında, kilise toplantılarında dağıtacağı ilahileri yazmaya başlamış Jeanette Winterson. Ailesinin, İncil dışında başka bir kitap okumasına izin vermediği bu çocuk, kütüphanede bulduğu Mallory’nin “Arthur’un Ölümü” adlı klasiği sayesinde hayal gücünü geliştirecek yazma yeteneğini keşfetmiş. 16 yaşına geldiğinde, ailesine lezbiyen bir ilişki yaşadığı açıklayarak evinden ayrılmış. Oxford Üniversitesi, St. Catherine’s College’de İngiliz edebiyatı okumuş. 24 yaşındayken yazdığı ilk romanı “Tek Meyve Portakal Değildir”, yazarın çocukluğu ve cinsel kimlik mücadelesiyle hesaplaşması bir bakıma. Bağnaz ve militan dindarlık anlayışına sahip bir anne, pasif bir baba ve önceleri annesinin cemaatinin sadık bir üyesiyken, sonradan aykırı eğilimleri nedeniyle gözden düşen bir kız çocuğu… Tanrı’nın izinde yetiştirilmek üzere evlat edinilen romanın kahramanı Jeanette, arkadaşı Melanie ile her zamanki gibi İncil okudukları bir gün, tanrıya onları bir araya getirdiği için şükran duydukları bir an yakınlaşır, tüm yasaklara rağmen duygusal bir boğulma hissederler. “Sonra korktum ama duramadım. Karnımda birşeyler sürünüyordu. İçimde bir ahtapot vardı.” (Lezbiyen aşkı anlatırken, erkek egemen tasvirlerin tümüyle dışında, sembolik bir dil kullanır Winterson özellikle bu romanında.) Şeytanın büyüsüne kapıldığı, içine ifrit girdiği gerekçesiyle şeytan çıkarma ayinine tabii tutulur Jeanette; Melanie ise üniversitede ilahiyat okumayı düşünmesine rağmen evliliği seçer naçar. Başka bir kadına karşı romantik sevgi günahtır:

“Şeytan bana en zayıf noktamdan saldırmıştı. Cinsiyetimin kısıtlamalarını anlayamayışım.”

Sevgilisi Pat Kavanagh ile ilişkisinden esinlenerek yazdığı deneysel romanı “Written on the Body”de isimsiz ve cinsiyetsiz bir anlatıcı vardır. Kimliklerin ancak gerçek dünya bedenindeki kısıtlamaların yapay ortamda aşılmasıyla düzenlenebileceğini vurguladığı postmodern romanı “Dizüstü”nde, evli kadın sevgilisinin kendisini kocasıyla aldatmasına bozulan anlatıcı kimliğinden hızla sıyrılarak, “lezbiyen kadın yazar” Jeanette Winterson olarak okurun karşısına geçer. Oysa kendini “lezbiyen” değil bir Queer olarak tanımlıyor Winterson gerçek hayatta. Toplumsal cinsiyetin hikâyenin sadece başlangıcı ama sonu olmadığını, durumla biraz eğlenmemiz gerektiğini düşünüyor. Cinsel kimlik ve genel anlamda kimlik kavramlarının dışlayıcı ve hiyerarşik olabileceğini dile getiren, kimliklerin verili, doğal ve sabit olmayıp inşa edildiğini ifade eden Queer kuramı, doğallaştırılan heteroseksüelliği, parodi unsurunu kullanarak içten dönüştürmeye çalışır.

Hayatını ve edebiyatını belirsizlik, ironi, abartı, sabitlenmemek, akışkanlık, toplumsal cinsiyet, kimlik, doğa ve din kavramları üzerine inşa eden Winterson’a hayran olmamın bir başka nedeni de radikal bir çevreci oluşu. Kopenhag İklim Zirvesi öncesi, İngiliz Guardian gazetesinde yayınlanan çarpıcı makalesinde, her zaman ve her şey için son derece aç gözlü insanoğlunun dünya için ne büyük tehlike oluşturduğunu anlatıyordu. “Gut Symmetries”de (1997) ise şöyle diyordu: (Onu kaçımız duyduk?)

“Biz başlangıcız. Biz zamandan önce varız. Beyaz/siyah, iyi/kötü, erkek/kadın, bilinç/bilinçaltı, cennet/cehennem, avcı/ kurban gibi ikilemler ve karşıtlıklara dayalı geçici dünyamızda bütün olanın ikiye yarıldığı ama bütünlüğü arayan başlangıcımızın dramalarını mecburen oynuyor olabiliriz. Zaman ve uzayda kendini arayan bu küçük mavi gezegene merhamet edin.”


TÜRKÇEDE JEANETTE WINTERSON

Vişnenin Cinsiyeti, Çev: Pınar Kür, İletişim Yayınları, 1995

Tutku, Çev: Pınar Kür, İletişim Yayınları, 1997

Tek Meyve Portakal Değildir, Çev: Sevin Okyay, İletişim Yayınları, 2000

Dizüstü, Çev: Zeynep Mercan, İletişim Yayınları, 2002

Atlas’ın Yükü, Çev: Dilek Şendil, Turkuvaz Kitap, 2007

Kapri Kralı, Çev: Gökçe Ateş Aytuğ, Güzel Kitaplar, 2007

Fener Bekçisi, Çev: Zarife Biliz, Turkuaz Kitap, 2010

İzleyiciler

Powered By Blogger