Bu Blogda Ara

26.08.2025

 

Kadınların kurtuluşu teknolojide mi?

“GELECEK DİŞİTALDİR!”  

                  

Kendi imgemi aynada ilk gördüğümde neler hissettim, nasıl tepki verdim, hatırlamıyorum ama kendi kopyamı hem de farklı biçimlerde ilk sihirli aynalarda gördüğümde ne çok şaşırmış, garipsemiş ama eğlenmiştim. Hem bendim hem benim çok şişman, çok kısa, çok uzun, çok sıska, grotesk, yamuk, komik biçimlerim.

Büyüdükçe, kendimi makyaj, peruk, kozmetik, kılık kıyafet, aksesuvarlar yardımıyla da değiştirebileceğimi, kendimden versiyonlar üretebileceğimi öğrendim. Sözde özerk ve bütünlüklü benliğin temsiller ve imgeler dizisinden başka bir şey olmadığını göstermek, cinsiyet ve kimlik normlarıyla oynamak, teatral ve sanatsal bir uğraş ise işlevsel ve eğlenceliydi, aksi takdirde her gün yeni temsiller yaratamazdınız. Hem zaman hem emek hem de bütçe istiyordu bu değişim işleri… 

Derken bilgisayarlar, photoshop programları, internet sayesinde bu manuel değişim, dönüşüm işlerini, dijital ortamda ve çok daha iyi sonuçlarla elde eder olduk. Görüntüleri, renkleri, mekânları, cinsiyetleri, kıyafetleri, hemen hemen her şeyi değiştirebiliyor, farklı gösterebiliyor, uzantılar ekleyebiliyor, kopyalar üretebiliyorduk. Ve nihayet, bunu çok daha kısa sürede ve dilediğimiz her an yapabileceğimiz android telefonlar, sosyal medya, kişisel hesaplar, türlü yazılımlar, programlar, uygulamalarıyla yapay zekâ girdi hayatımıza.

Hemen hepimiz kendi avatarlarımızı, bilimkurgu karakterlerimizi, sevdiğimiz ünlüyle yan yana fotoğraflarımızı, gençlik, yaşlılık ve kadın/erkek hallerimizi yaptık yapay zekâyla; kahraman olup filmlerde oynadık, dünyanın ünlü binalarının önünde boy gösterdik, filmlerimizi, müzikli videolarımızı ürettik, kozmetik, saç, dövme tekniklerinin yüzlercesiyle süslendik, değişmek, gençleşmek, güzelleşmek için sunulan programlarını indirir olduk.

Instagram, TikTok, Facebook, Threads, X, Youtube gibi platformlarda yüz binlerce sanal karakter ortaya çıkarken bu sayı giderek artıyor ve pek çoğumuzu cezbediyor. Sanal karakterlerimiz, sanal ilişkilerimiz, sanal hayatlarımızla ya kendimizi gizliyor, ya mükemmel, ulaşılmaz kendimize kavuşmayı amaçlıyoruz. Kendimize başkaları için oynadığımız rolleri içeren gerçek olmayan portreler, hayalimizdeki karakterler, hem biz olan hem olmayan kimlikler, gerçek ve sahte hesaplar, hem gizleyen hem sergileyen maskeler, özendiğimiz bedensel imgeler, deneyimlenmemiş algılar yaratabiliyoruz. Geçmişin simyacıları gibi maddeye değer ya da Doktor Frankenstein gibi hayat verebiliyoruz.

“Dahası cansız varlıklara hayat verebilir hale gelmiştim. […] Dünyanın yaratılışından bu yana en bilge insanın amacı ve arzusu olan şey, artık benim avucumun içindeydi.”[1]

Bu, inanılmaz, olağanüstü bir buluş, hatta Lacan’ın söz ettiği türden “ontolojik bir zafer”di ve sanki “dünyada olan her şey bir ayna gibi” davranıyordu. Yaşamımızın hemen her anına dâhil olan, gündelik hayatımızı, ihtiyaç ve beğenilerimizi, düşünce ve algımızı, kendilik biçimlerimizi ve beden imgemizi her yönden şekillendiren yapay zekâ ile yeni bir ayna evresine saplandık adeta. Ve bu evrede, imgemizi beğenip beğenmememiz, kendimizi nasıl gördüğümüzden çok, sanal dünyanın aynasında tanındığımız, görüldüğümüz anki sevinçle ölçülmeye, dijital imgeselce belirlenmeye başladı.

Kendini beğenmenin, ukalalık, “kendinibeğenmiş”lik, narsisizm gibi karşılıkları olan geleneksel tevazu toplumunda büyümüş olan pek çoğumuz için kendini beğenmek/beğendirmek zaten sancılı bir süreç iken artık bu, başarı, takdir ve onay; görünen/bilinen ötekilerle birlikte bilinmeyenlerin, anonim iktidarın ve algoritmaların göstergelerine de bağlı. Başarılı olmak ve beğenilmek, takipçi, izlenme, etkileşim oranıyla saptanırken, işe alımlarda, iş başvurularında, hizmet ve ürün satışlarında da etkili ve gerekli olmaya başladı bu yüksek rakamlar. Takipçin ve beğenin kadardın!

Ama çözümler mevcuttu. Bu zafer, vasat, sürprizsiz, yeteneksiz bile olsanız elde edilebilirdi. Takipçi, beğeni, yorum satın alabilirdiniz, kendi güzeller güzeli, erotik kopyanızı, kaslı muhteşem bedeninizi yaratabilirdiniz, reklam verebilir, şaşırtıcı teklifler ve görseller ile ürününüzü, bilginizi satabilirdiniz. Ama sürekli etkileşimde ve aktif olmanız, zaman, emek ve para harcamanız, ilgi göstermeniz ve bunu hiç durmadan yapmanız gerekiyordu.

Otantik kimliğin yerini şaşırtıcı olmak alıyor, eşsiz bir varoluşu, bir kopyalar çokluğunda kaybediyor, aynada en beğenilecek imgemizi arıyorduk. Teresa de Lauretis, “İmgenin sonsuz sayıda yinelenebildiği, gerçek dünyanın bir hayalet gibi göründüğü, hiç durmayan bir akışın, bitimsiz bir çoğaltma sürecinin içine mi kapıldık?”  derken, temsilin ve kopyaların dışında bir hakikatten kuşku duyduğunu belirtiyordu. İktidarlardan bağımsız, saf, el değmemiş bir temsilden söz etmek mümkün değilse, böyle bir gerçeklikten söz etmek de mümkün değildir. Göstergenin de gösterenin de arkasında “verili” bir gerçeklik vardır. Temsilin de kopyaların da yapay zekânın da… Ardında bir gerçeklik, hem de hegemonyal, kontrolcü, kuralcı bir gerçeklik vardır. Kendi sayfamız, hesabımız, filmimiz, ürünümüz, kopyamız, imgemiz sandığımız, özel alanımızda özgürüz sandığımız bu yanılsama içinde egemen algoritmaların kurallarına uymak zorundayız. Her şeyin algoritma tarafından belirlenen bir sınırı, saati, kuralı, onayı,  kabulü ve “olur”u vardır. Ne var ki ucu bucağı belirsiz ve gerçekliği şüphe götürür bir kitleyi (topluluk) korumak ve güvende tutmak adına uygulanan bu önlemler, gösterilen bu hassasiyet, yapay zekâya mündemiç cinsiyetçilik, ırkçılık, sınıfsal ayrımcılık gibi meseleler için geçerli değildir.

“Internet, aynı zamanda bir kontrol mekanizması. Bunlar tamamen kapitalist şirketler; hayatlarımız, bilgilerimiz, verilerimiz, konuşmalarımız, zevklerimiz, tüketimimiz üzerinde karar veren holdingler. Zengin ve ırkçı ABD’li efendilerin araçlarını kullanarak onları besliyoruz ve onların ellerindeyiz; örneğin algoritmaların nasıl çalışacağına onlar karar veriyor.”[2]

Yani sanıldığı gibi yapay zekâ matematiksel bir veri toplamı ve teknolojik bir yapı/kurgu değil, hele ki objektif ve eşitlikçi hiç değil. Matematikçi Cathy O’Neil, algoritmaların dokunulmaz, anlaşılmaz, gizemli yapay olgular değil, kodlanmış ya da kodla iç içe geçmiş kanı ve inançlardan ibaret olduklarına dikkat çekerken, Doktor Safiya U. Noble, popüler arama motorlarının egemen kültürel normları yansıttığını ve dayattığını belirtiyor.

Kültürel imgesel ve iktidar, zihinlerimizi ve bedenlerimizi erkek ve kadın zihinler/bedenler şekline sokarken, buna karşılık gelen öğreti ve kurumlar da cinsiyetleri bu ikileme tâbi tutarak bedenleri, farklı bir dizi güç ve kapasiteye sahip iki cinsiyet şekline sokmaktadır. Tarih boyu kadını bedensellikle, eksiklikle, zayıflıkla, duygusallıkla, annelik ve ev kadınlığıyla, erkeği akıl, mantık, güç, otorite, iktidar, siyaset, bilim, teknoloji alanlarıyla eşleştiren “toplumsal cinsiyet normu”, temsilin de kopyanın da içine işleyen verili gerçekliktir. Birbiriyle iç içe geçmiş eril öğeleri barındıran bu normalleştirici disiplin, güç ilişkileri içinde yeniden üretilen bu iktidar, elbette dijital dünyada da varlığını sürdürmektedir. Zira yapay zekâ sistemlerinin eğitildiği binlerce terabayt büyüklüğündeki veriyi insanlar -yani aslında beyaz, üst-orta sınıf erkekler- üretiyor ve yapay zekâ, insanlığın -yani din, bilim, ilim adamlarının- yüzyıllardır ürettiği bilgileri, temsilleri ve önyargıları öğrenerek gelişiyor.

Bilimsel paradigmanın sınırlarını sorgularken yepyeni bir hayat formu yaratmaya, mükemmel canlıyı ortaya çıkarmaya çalışan Doktor Frankenstein, nasıl kendi adını taşıyan canavarda, farkında olmadan toplumsal cinsiyetli sosyal yapının kadını ötekileştiren cisimleşmiş yanını (da) yaratmışsa, tüm imkânları, olanakları, kolaylıkları, bir ontolojik, teknolojik zafer olması bir yana yapay zekâ (da) ataerkil ve kapitalist sistem içinde üretildiği ve bu sistemin hâkim, normatif kodlarını taşıdığı için, bugün dünyanın en büyük teknoloji ve yapay zekâ şirketlerinin sermayedarlarını, yöneticilerini, bilim insanlarını, yazılımcılarını, teknisyenlerini, mühendislerini, beyinlerini hegemonyal sınıf oluşturduğu için cinsiyet, ırk, sınıf, etnisite gibi ayrımcılıkları ve eşitsizlikleri de yeniden yaratıyor, besliyor.

Oysa ilk bilgisayar algoritmasını 19. yüzyılda bir kadın, Ada Lovelace (1815-1852) yaratmış ve bilgisayarlar icat edilmeden yüzyıl önce, ilk programcı olarak adını tarihe yazdırmıştı. Eskiden hesaplama işlemini kadınlar yapardı ve bu mesleği yapan kadınlara, insan-bilgisayar denilirdi. 50’lerin sonunda, evinde bilgisayar kullanan ilk kişi, ilk yazılımcı bir kadındı; Mary Allen Wilkes. II. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusunun yürüttüğü gizli bir proje kapsamında, ilk bilgisayarların programlamasını altı kadın yazılımcı yapmıştı, proje 1946 yılında kamuya duyuruldu ama bu değerli bilim kadınlarının adları gizli tutuldu. Kadının adı yoktu! Programlamanın öncü isimlerinin çoğunu kadınlar oluşturuyordu ama bu erkeklerin işine gelmiyordu. Nasıl ki Ortaçağ’da şifacılık, ebelik, eczacılık yapan kadınları cadı yaftasıyla yok edip bilim alanından kovmuşlar, kadınlardaki sezgisel, zihinsel yaratıcılıktan, deneysellikten ve detaycılıktan korkmuşlarsa, 80’lerden itibaren aynı korku ve endişelerle kadınları bilgisayar alanından da uzaklaştırdılar ve programlama sektöründe hâkimiyeti ele geçirdiler. 

 

Muhafazakâr ve neoliberal 80’lerde Batılı ülkeler zenginleşirken, ekonomik çöküşe geçen komünist Doğu dünyası, birçok üçüncü dünya ülkesi, Afrika ülkeleri, yoklukla mücadele ediyor, hâkim güçler tarafından sömürülüyordu. İkinci dalga feminizmin devrimci mücadelesi ve kazanımlarından da ürkülmüş, kadınların bilişsel mekanik, analitik becerilerinden tedirgin olunmuş, toplumsal cinsiyet kavramı anaakımlaşmaya başlamış ve anneliğin, dolayısıyla ev kadınlığı ve bakım hizmetlerinin kutsallığı, kız çocuklarına uygun görülen mesleklerin yükselişi yeniden gündeme getirilmişti. Başarılı da olundu. Araştırmalara göre 80’lerin ortasından günümüze mühendislik ve bilgisayar bilimleri bölümünden mezun olan kadınların sayısı giderek düşmekte. Günümüzde dünyada yapay zekâ alanında çalışan kadınların oranı yüzde 22, bilim ve Ar-Ge pozisyonlarında çalışan kadınların oranı yüzde 29. Silikon Vadisi’nde dahi kadın yazılımcı sayısı hayli az ve teknoloji girişimlerinin yalnızca yüzde 5'i kadınlara ait. Yanı sıra kadınların dijital teknolojileri kullanma, ulaşma konusunda erkeklere kıyasla çok daha az imkâna sahip olduğu, beyaz olmayan kadınların ise daha da az temsil edildiği ortaya konan sonuçlar arasında.

Cinsiyetçi teknolojinin cinsiyetçi algoritmalarının kadınlar, özellikle de dini, ırksal, etnik, sınıfsal, cinsel, bedensel farklılıklara sahip kadınlar üzerindeki etkilerini sosyal medya ve arama motorlarında da görmek mümkün. Cinsiyet temsillerini değerlendirmek için farklı yapay zekâ araçları üzerinde yapılan araştırmalar; makine mühendisleri, yargıçlar, iş insanları, F1 pilotları, matematikçiler, CEO’lar, boksörler, futbolcular, dini/manevi/siyasi liderler ve çok daha fazla alandaki çeşitli mesleklerde erkeklerin gösterildiğini; siyahi ve Latin Amerika kökenli kadınların ise cinsiyetçi, hatta pornografik temsillerde görüldüğünü ortaya koyuyor. Yüz tanıma teknolojisinin koyu tenli bireyler özellikle de kadınlar için ayrımcı olduğu kanıtlandı. Kişiye göre ayarlanmış reklamlar, ilanlar bile cinsiyet, ırk ve sınıf ayrımcı ögelerle yüklü. Çocuklara yönelik çizgi film, müzikli klip, video ve pek çok uygulamada da kamusal alandaki meslekler erkekler tarafından icra edilirken, kadınlar daha çok özel alanda, anne, hemşire, bakıcı rollerindeler. Egemen dil İngilizce olduğu için algoritmalar “doğal olarak” sohbet robotunu yani “doktor”u erkek, “hemşire”yi ise kadın varsayıyor.

Özel sektörde, resmi kurumlarda, bireysel hayatlarımızda seyahatten eğitime, alışverişten sağlığa, sigortacılıktan bankacılığa dek birçok hizmet için bir tür sekreter, ofis-boy, hizmetçi, operatör, planlayıcı, kolaylaştırıcı görevi gören yapay zekâ sesli asistanların, kadın sesiyle konuşması ve bu konuşma tarzının son derece saygılı ve itaatkâr olmasına ne demeli? Siri, kullanıcıların duygusal durumlarını anlama yani son derece dişil bir özellik ile öne çıkarken, Alexa, akıllı ev kontrol sistemi ile yani yine ev/kadın bağlantısıyla rağbet görüyor. Yapay zekânın en yaygın işlevinin insanlara bilgi ve tüketici hizmeti vermek olduğunu, bu görevlerin de bir bakıma “kölelik ve hizmetçilikle” ilişkilendirildiğini belirten robot bilimi uzmanı Karl MacDorman’a göre şirketlerin bu yaklaşımı “cinsiyetçi” olarak nitelenebilir.[3] Yapay zekâ ve robotlarla ilgili etik ve kültür alanında çalışan Profesör Kathleen Richardson da aynı fikirde: “Kesinlikle burada bir cinselleştirme durumu var. Robot ve sesi ne kadar gerçekçi olursa, onları cinselleştirme eğilimi de o kadar fazla.”[4]

Robot kadınlar genellikle aşçı, hizmetçi, hemşire, dadı gibi modellerde üretilse bile bakım hizmeti üretimi, doğası gereği emek yoğun. Mekanizasyon ya da yapay teknolojilerin emeği ikame edebilmesi hem zor hem de uygulanabilirliği oldukça kısıtlı. Ama erkeklerin cinsel fantezilerindeki işlevi bir hayli revaçta ve yaygın. Sabit, değişmez, ses çıkarmayan, itaatkâr kadın modelinin monte edildiği şişme kadından robot kadına dek tüm bu yapay kadınlar erkeklere hizmet amaçlıdır. Blade Runner ve Ex Machina başta olmak üzere pek çok bilimkurgu filminde bir fantezi olarak karşımıza çıkan robotlarla aşk ve cinsellik yaşama fikri erkeklere aittir. Barcelona, Berlin, Moskova gibi şehirlerde açılan robotlardan oluşan genelevler de erkekler içindir. 

 

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Cinsiyetçiliği Yenebilir mi?

Şükür ki kimi büyük şirketlerde öyle olaylar yaşandı ki, yapay zekânın cinsiyetçi ve önyargılı tutumları artık görülür, konuşulur olmaya başlandı. Apple Kart’ın kadınlara erkeklerden daha düşük kredi verdiği, Amazon’un işe alım süreçlerinde cinsiyet kökenli ayrımcılığı önlemek için kullandığı yapay zekâ sisteminin, kadınların özgeçmişlerini filtrelediği ortaya çıkınca ve Microsoft’un sohbet botu Tay, kısa sürede ırkçı, Nazi yanlısı ve feminizm düşmanı olunca, şirketler, uzmanlar telaşla çözümler arar, öneriler, tasarılar sunar oldu. Kimi, toplumsal ve tarihsel cinsiyetçiliği görmezden gelerek bunlara sebebiyet verenin uygulamalardaki zafiyet ya da hata olduğunu söylerken, kimi de toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesini benimseyerek kadınların farklı rollerde, mesleklerde temsil edildiği görüntü bankaları oluşturuyor. Programlama ve test ekiplerinde, “uzun vadede” (!) daha fazla kadının çalışmasını sağlayacak adımlar atılması öneriliyor. Kadınların ve kız çocuklarının dijital ekonomiye katılımları için, şirketlerdeki cinsiyet eşitsizliğini gidermek için eğitimler veriliyor, toplantılar yapılıyor.

BM Kadın Birimi, Dünya Kadınlar Günü'nün bu yılki temasını “cinsiyet eşitliği için dijital inovasyon ve teknoloji” olarak belirledi ve bu çerçevede yüzlerce etkinlik yapıldı, onlarca proje tanıtıldı. Miss Journey adlı yapay zekâ aracı, toplumsal önyargılara ve cinsiyetçi klişelere dikkat çekmeyi amaçlarken, Ada Lovelace’den ilhamla Lisa Zevi tarafından geliştirilen Ai-Da dünyanın ilk robot formunda kadın sanatçısı; Luis Arana tarafından yaratılan Luna, kendi değerleri doğrultusunda konuşabilen ilk feminist kadın robot oldu.

Bu proje ve etkinliklerin çoğu, iş hayatında toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ile ilgiliydi; yapay zekâ sohbet robotları ya da yapay zekâ cinsiyet eşitliği uygulamalarının içerdiği bilgiler, kampanyalar, bağış, gönüllü olma veya katkıda bulunma fırsatları, evet tüm bunlar, toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgiliydi.

Peki, günümüzde toplumsal cinsiyet kavramı neydi? Patriarkanın, düzcinselliğin, milliyetçiliğin, militarist düşünce üretiminin ve hegemonyal erkekliğin kurucu ögesi olan toplumsal cinsiyet kavramını ve işleyişini olduğu haliyle almak, 80’lerden itibaren içi boşaltılmış, anaakımlaşmış toplumsal cinsiyet kavramını yeniden kurma konusunda alternatifler öneren feminist düşünceyi benimsememek, normatif cinsiyet beklentilerini, rolleri ve inançları yeniden üretecek ve cinsiyetçiliği önlemeyecektir.

Dünyanın farklı üniversitelerinde yapay zekâ algoritmalarında cinsiyetçiliği engellemeye çalışan feminist çalışmalar yapılıyor. University College Dublin’de yapılan araştırmalardan sorumlu olan Susan Levy, yapay zekânın insanlığı geriye itme özelliğine sahip olduğunu savunuyor. Levy'e göre algoritmalar, “toksik masküliniteyi körükleyip, toplumun yıllardır verdiği mücadeleyi baltalayabilecek boyutta” olabiliyor.[5] Levy’nin “toplum” dediği aslında kadın hareketi ve feminist kadınların mücadeleleri ki bu, gerçekten de baltalanmaya çalışılan bir mücadele, algoritmaları biçimlendirmeyen, yok sayılan bir bilgi birikimi. Öyle ki araştırmacılara göre bilgisayarlar veya işletim sistemi ile çalışan cihazlarda toplanan verilerin geçmişi ancak 15-20 yıla dayanıyor. Yani iki binli yıllara… Feminizmin dördüncü dalgasını yaşadığı, kesişimsellik tasarısının tartışıldığı, toplumsal cinsiyet kavramının yeniden yapılandırıldığı, normatif aile ve düzcinselliğin, kimlik ve cinsiyet kavramlarının yapısının söküldüğü, siberfeminizmin güç kazandığı yıllara…

Siber teknolojinin erkek egemen yapısına karşı, internetin doğası gereği dişil niteliklere sahip olduğunu öne sürerek, “gelecek dişitaldir” (the future is femail) mottosuyla yola çıkan siberfeminizmin, cinsiyet temelli ayrımcılık konusunda farklı iki temel argümanı var. İlki, kadınlara ve LGBTİ+ bireylere özgürlük ve alan açma savunusu ve çabası. Diğeri ise “cinsiyetsiz bir internet kültürü ve teknolojik düzen” oluşturmak.[6] Siberfeministlerin bu tasarısı, sadece toplumsal cinsiyet/cinsiyet kavramını ortadan kaldırmakla değil, insan bedenini, bedenleri dönüştürmekle de ilgili. Donna Haraway’in “toplumsal cinsiyetsiz ucube bir dünya umudunun ütopik hayalini”[7] içeren siborg kuramından ilhamla, oluşu, makine ve organizmanın birleşimi olarak gören siberfeministler, kadının ve diğer cinsiyet kimliklerinin kurtuluşunda teknolojiyi öne sürüyorlar.

Feminist mücadelenin önemli araçlarından ve alanlarından biri olan dijital medya, feminist bilgi ve mesajların üretimi/yönetimi/eğitimi, hashtag kampanyaları, ifşa hareketleri, video aktivizmi, deneyim paylaşımı, sokak protestolarının örgütlenmesi, küresel feminist hareketlerle dayanışma gibi konularda elbette çok büyük bir imkân. Ama cinsel ve sınıfsal bir devrim olmadan tüm kurtuluşu teknolojiye bağlamak, kimliksiz bir feminizm ortaya koymak çok da kabul edilebilir ya da kadınların lehine bir tasarı değil. Feminizmin egemen olan temsil biçimleriyle mücadele edebilmesi için kimlik ve özne tanımlarını yapması, patriyarkal manevraları ve kapitalist projeksiyonları iyi analiz edebilmesi gerekir. Bu bağlamda veri biliminin objektif olduğu algısına eleştirel yaklaşan feministlerin önerileri, kadınların deneyimlerini veri ve bilgisayar bilimiyle birleştirerek iktidara ve erke nasıl meydan okuyabileceklerini araştıran data feminizm[8] ve yine kesişimsel bir mercek aracılığıyla “daha yüksek, daha ileri, daha hızlı”dan, “daha sürdürülebilir, eşitlikçi ve insan merkezli”ye doğru bir paradigma değişimini temsil eden ve erişilebilirlik, aktif katılım, sürdürülebilirlik ve eşitlik gibi toplumsal konuları ele alan feminist dijital politika[9] daha gerçekçi ve çözüm odaklı görünüyor.

Women in Al Ethics (WAIE) kolektifi,  yapay zekâ etiği alanında çalışan ve dominant gruplara mensup olmayan kadınları görünür kılmak ve destek olmak amacını taşırken, Joy Lisi Rankin ve Fei-Fei Li gibi araştırmacı ve akademisyenler yapay zekâda cinsiyet, ırk, sınıf, adalet ve çeşitlilik için mücadele ediyor.

Tüm bunlara rağmen yapay zekâ algoritmaları hâlâ önyargılı ve çeşitliliği görmezden geliyor. Kadınlar ve cinsiyet kalıplarına uymayan kişiler, LGBTİ+ topluluğuyla ilişkili içerikler, sansürden, negatif kodlardan, çevrimiçi şiddetten çok daha fazla etkileniyor. Cinsiyet önyargıları, kadınları küresel ölçekte daha fazla damgalama riski taşıyor. Hal böyleyken yapay zekâ sistemleri kurtuluşumuz olabilir mi? Herkes ve her canlı için adil bir yapay zekâ teknolojisi üretmek ve sürdürülebilir kılmak mümkün mü? Meselenin “cinsiyet eşitliği” yönünü aşabilsek de sosyo-ekonomik ve sosyo-ekolojik etkilerini aşabilmek mümkün mü? 

Günümüzde kapitalizmin elindeki nihai silah olarak görülen yapay zekâ gibi teknolojiler, hem doğal kaynakları tüketiyor, çevreye ve insanlara zarar veriyor, hem işçilerin emek gücünü sömürüyor, hem de bunları küresel piyasalara sunuyor. Elisa Lindinger ve Julia Kloiber’in belirttiği gibi “Bu işin çoğu, işçilerin sömürüldüğü çalışma koşulları altında ve ücretlerin düşük olduğu ülkelere yaptırılıyor.”[10]

Yapay zekâ bakanlıklarının kurulduğu, yapay zekâya vatandaşlık[11] verilmesinin tartışıldığı günümüzde bu teknolojilerin artan yaygınlığı, kadınları ekonomik, politik ve sınıfsal açılardan çok daha güç durumlarda bırakabilir. Araştırmalar, kadın işgücünün neredeyse yüzde 80’inin üretken yapay zekâdaki gelişmelerden etkileneceğini, her 10 kadından 8’inin yapay zekâ nedeniyle iş değiştirmek zorunda ya da işsiz kalabileceğini gösteriyor. Çünkü çalışan kadınların yüzde 79’u, yapay zekânın yerini alabileceği ve otomasyona duyarlı mesleklerde istihdam ediliyor. 

“Dijital ekonomiye giderek daha fazla dâhil oluyoruz. Hem çalışma saatleri açısından hem ev işçisi kiralamak için kullanılan uygulamaları düşündüğümüzde ve kaynakların elektrik üretimi için talan edildiği yerlerde bu durum, en savunmasız insanların bedenlerini etkiliyor ki bunların göçmen ve ırkçılığa maruz kalan kadınlar olması tesadüf değil.”[12]

İktidarın olduğu yerde elbette direniş de vardır. Egemen dijital platformlara karşı alternatifler, kadın işçilerin kurduğu kooperatifler ve web dergiler seslerini dünya çapında duyurmaya başladı. İspanya merkezli feminist web dergisi Pikara bunlardan biri. Derginin koordinatörü Maria Angeles Fernandez, sadece teknolojiyi değiştirmenin, bizi çökmekte olan bir sisteme götüren yapıya meydan okuduğumuz anlamına gelmeyeceğini belirtiyor:

“Feministler ve iktidar odaklarına meydan okuyan feminist bir haber kaynağı olarak, bu etkilerin ardındaki tüm mantığı sorgulamak durumundayız. Gazeteciliğin, tüm ekonomik, patriarkal ve ırkçı iktidar odaklarına meydan okuyan bir karşı-iktidar aracı olduğuna gerçekten inanıyorum.”[13]



[1] Mary Shelley, Frankenstein ya da Modern Prometheus, Çev: Yiğit Yavuz, İş Bankası Kültür Yayınları, 2016                                  

[3] tr.euronews.com/yapay-zekanin-cinsiyetciligi-kadin-elinden-cikan-algoritmalar-kadinlara-kars-ayrimcilik-

[6] Duygu Aydemir, Siberfeminizm: Siborg Beden ve Siber Kültürde Cinsiyetin Durumu, Urzeni, 2021.

[7] Donna Haraway, Siborg Manifestosu, Çev: Osman Akınhay, Agora, 2016.

[11] David Hanson tarafından yaratılan robot Sophia’ya 2017 yılında Suudi Arabistan tarafından vatandaşlık verildi.

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Powered By Blogger